Duyun-u Umumiye Nedir? |
Duyun-u Umumi'ye Giden Süreç ve Duyun-u Umumiye'nin Kuruluşu
Osmanlı Devleti, klasik çağında geniş toprakları elde
etmesinin yanında buna paralel olarak İktisadî alanda da Avrupalı çağdaşları
üzerinde hâkimiyet kurmanın yollarını aradı.
Bunun için 16. yüzyılda Venedik ve Cenevizlilerle, 17.
yüzyılda da Fransa, İngiltere ve Hollanda ile başlayıp diğer Avrupa ülkeleri
ile devam eden çeşitli imtiyazları kapsayan kapitülasyon anlaşmaları
imzalamıştır.
Avrupalı tüccarlar, zamanla dünya ticaretinde önemli yeni
yollar tespit edip, yeni kıtalardan ekonomiye değerli madenlerle canlılık ve
farklılık getirdiler. Bu yeni durum, zenginlik alanlarının ve coğrafyasının
değişmesine yol açtı.
Avrupalı devletler, bir taraftan Osmanlı Devleti’ni
Avrupa’dan çıkarmaya çalışırken diğer yandan da Sanayi İnkılâbı ile buharlı
makineleri üretime sokmuşlardı. Böylece, Avrupa’da üretim fazlası olan emtina
Avrupa dışına satılmaya başladı.
Osmanlı toprakları ve Mısır Avrupa'nın bu yeni sanayi
mamulleri için hazır ve doyurucu bir pazar oldu. Her ne kadar Osmanlı el
sanayisi Avrupa'nın buharlı makine sanayisine rekabet etmeye çalıştı ise de
başarılı olamadı. Bu süreç, Osmanlı topraklarını Avrupa sanayisi için hammadde
ve pazar olma yoluna sürükledi.
18.yüzyıla gelindiğinde askeri ve ticari rekabette Avrupa
ile yarışı kaybetme sürecine giren Osmanlı Devleti, mali düzeni sağlamak için
vergi toplama sisteminde bazı değişikliklere gitti. Devletin vergi gelirlerini
artırmak için yeni tedbirler aldı. Kısmî başarılar elde edildi ise de kalıcı
tedbirler bulunamadı.
Bu dönemde devletin dış ticareti, kapitülasyonlarla sağlanan
kolaylıklardan fazlası ile yararlanan yabancı uyruklu tüccarların elinde idi.
Müste’min denilen Avrupalı tüccarların sahip olduğu ticarî kolaylıklar zamanla
genişletilmiş ve derinleştirilmiştir
Devlet, kendi uyruğundaki tüccarları korumak ve hazinenin
vergi kaybını önlemek amacıyla Avrupa ve Hayriye Tüccarları diye yeni bir sınıf
oluşturmuştur.
Avrupa devletlerine tanınan ticarî kolaylıklardaki denge
Osmanlı Devleti aleyhine bozulmuştu.
Demiryolu, gaz ve vapur Avrupalı şirketlerinin işletmesi altındaydı,
bu yatırımlarından dolayı zengin oldular. Bu süreç onları para ihracına sevk
etti. Önceleri bankerlik ve bankacılıkla, takip eden dönemlerde borçlanma ile
servetlerine servet katmışlardır.
Osmanlı Devleti, bütçe açıklarını kapatmak için kısa vadeli
olmak üzere Galata bankerlerinden zaman zaman borç alıp ödemekteydi.
Devlet hazinesi, Kırım Savaşı sırasında 1854 yılında ilk
defa düzenli olmak üzere Londra piyasasından 5 milyon sterlin borç aldı.
1852 yılında dönemin Maliye Nazırı, Meclis-i Mahsus-ı Vükela
da hazinenin maaşları verecek durumunun olmadığını belirtmişti.
Bunun üzerine Maliye hazinesinin durumunu incelemek üzere
bir komisyon belirlendi. Bu komisyonun yaptığı incelemeler sonucunda devletin
giderlerinin gelirlerinin epey üzerinde olduğu tespit edildi.
İlk defa devlet hazinesi için erise ifadesi kullanıldı. Bu
kelimenin karşılığı Türkçe de olmadığından buhran kelimesi kabul edilmiştir.
Bu borçlanmanın temel iktisadi sebebi; Osmanlı Hükümeti’nin
İstanbul Bankasından almış olduğu kredileri kapatmak içindi. Şöyle ki; İstanbul
Bankası, Osmanlı Hükümeti’nin dış ticareti için sermaye sağlıyordu. Bu
sermayenin temini için İstanbul Bankası, Avrupa Bankerlerine borçlanmıştı.
Banka bu borcuna karşılık, Osmanlı Devleti’ni borçlandırıp bu borç tahvillerini
Avrupa’daki (İngiltere ve Fransa) bankerlere verecekti.
1854 Kırım Savaşı Osmanlı mâliyesine indirilen son darbe
oldu. Kırım Savaşı’nın getirdiği yeni harcamalar ve nakit paraya duyulan aşırı
ihtiyaç Avrupa’dan borç almaya zorluyordu.
Nihayet, 1854 kredisi olarak bilinen ve gerçekleştirilen
İngiltere ve Fransa’nın aracılığı ve garantisi ile alınan dış kredi aslında, bu
günkü IMF ve Dünya Bankası kredilerinin ilk modeliydi.
1854 yılına kadar Osmanlı mâliyesi dış borçlanmaya dirense
de, Kırım Savaşı bu direnci kırmıştı. 1854 yılındaki ilk dış borçlanmadan
sonra, Osmanlı Devleti borç almaya artık alışmıştı.
Öyle ki, alınan borçların faizleri bile bir yıl sonra başka
bir borçlanma ile ödenir hale gelecekti.
Alınan borçların nerelere harcandığı konusunda Osmanlı
hükümeti her zaman özgür değildi. 1860 Mires borçlanması sırasında dönemin
Sadrazamı Fuat Paşa, Adapazarı’nda yetişen patatesi İstanbul’a getirebilmek
için yapılacak yol için borç para istemesine karşı Avrupalı sermaye sahipleri,
Şimdi size sadece silah almanız için para lazım, onu veririz. Tabii silahları
kimden alacağınızı da biz tayin edeceğiz diyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin borçlanma süreci, Duyun-ı Umumiye
İdaresi öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılabilir. İdare’nin kuruluşundan sonra
öncesi olan birinci döneminde toplam 16 kez borçlanma anlaşması yapılmıştır.
Bu sürede 222.066.610 sterlin karşılığı 244.273.272 lira
değerinde borçlanılmıştır. Bu dönemdeki borçlanmanın ortalama faiz oranı % 6
civarındadır. İdare’nin kuruluşu sonraki dönemde ise 26 defa borçlanma
anlaşması imzalanmış 163.030.000 sterlin karşılığı 179.333.000 lira
borçlanılmıştır. Bu dönem faiz oranı ortalaması ise % 4 dür.
İkinci dönem (1886-1914) alınan dış borçlar, birinci dönem
dış borçlardan daha elverişli şartlarda alınmış ve daha iyi yerlere
harcanmıştır. Özellikle eski borçların ödenmesi ikinci dönemde olmuştur. İkinci
dönemdeki borçlanmanın en hareketli olduğu seneler II. Abdülhamid’in saltanat
yıllarıydı. Bu dönemde daha iyi şartlarda
borç bulunabilmesinin sebebi Duyun-ı Umumiye İdaresi’dir. Şöyle ki,
Avrupa finans çevresi Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni kendisi için adeta bir sigorta
kabul etmiş ve Osmanlı Devletine borç vermekten kaçınmamıştır.
Ayrıca Duyun-ı Umumiye İdaresi, Avrupa sermaye sahiplerinin
alacaklarını günü gününe ödediği için Osmanlı Devleti daha iyi şartlarda borç
bulabilmiştir. Çünkü ikinci dönem borçlanmaları bu idare tarafından yapılmıştır.
II. Abdülhamid, bütçeyi dengelemek için borç almaktan başka
şeyler de planlamıştı. Amacı devletin vergi veren tabanını genişletmek için
ekonomik gelişmeyi özendirmekti.
Osmanlı Devleti 1854 yılında başlayan borçlanma batağı
sürecine 1875 yılma kadar dayanabildi.
İç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale
gelince dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde,
hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik yapıldığı
belirtiliyordu.
Hükümet, 1876 Mart ayında bütün ödemeleri durdurdu. Bununla
birlikte aynı dönemlerde sekiz Latin Amerika ülkelerinden borçların yeni
şartlar altında yenilenmesine gidildi.
Osmanlı hükümetinin ödemelere ara verme kararı tek yanlı
alınmış bir karardı. Alacaklılara kararın alınması aşamasında herhangi bir şey
sorulmamıştı.
Bu kararın alınmasıyla Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı
Hükümeti üzerinde çeşitli siyasi baskılar kurarak alacaklarını tahsil etme
yollarını aramaya koyuldular. Sonunda 30 Ekim 1875 günü hükümet borçlarım
ödemek için bir kararname yayınladı. Kararname Ramazan ayında yayınlandığı için
bu kararnameye Ramazan Kararnamesi denilmektedir. Bu kararname, alacaklıları
rahatlatan bir ödeme sistemi ve miktarı belirtmekteydi.
Dış borçlarını ödeyemeyen Osmanlı hükümeti, borçlar
konusunun 1878 Berlin Anlaşması gündemine girdi. Berlin Kongresi’nde Osmanlı
borçlarının bir kısmı Bulgaristan’a, paylaştırıldı. Fakat bu ülkeler
paylaştırılan miktarlara razı olmamışlardı. Ayrıca savaş sonu Osmanlı Devleti,
Rusya’ya savaş tazminatı borçlandı.
Berlin Anlaşması’nda Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemesi
için uluslararası mali bir komitenin kurulması tavsiye edilmişti.
Bu tavsiye kararı, Osmanlı Devleti açısından iç işlerine
karışmaktı. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti, Galata Bankerleri ve Osmanlı
Bankası ile aralarında ortaklaşa bir çalışma yaptılar. Varılan anlaşmaya göre
devletin gelirlerinin tespiti ve iç borçların düzenli olarak ödenmesi
amaçlanıyordu. Hükümet ile Osmanlı Bankası ve Galata Bankerleri arasında 22 Kasım
1879 günü bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1879 Kararnamesi diye anılmaktadır.
Osmanlı Bankası’nın ve Galata Bankerlerinin adı geçen
gelirleri toplayıp işletmek ve kararnamede belirtilen iç borçları ödemek
amacıyla kurmuş oldukları yönetime Rusum-ı Sitte İdaresi adı verilmiştir.
Avrupalı alacaklılar, 1879 Kararnamesine ve Kararname
uyarınca kurulan Rusum-ı Sitte İdaresi’ne çok sert tepkiler gösterdiler.
Osmanlı Hükümeti, 3 Ekim 1880 günü bir genelge yayınlayarak
alacaklıların kendilerinin seçtikleri birer üyeyi İstanbul’a temsilci olarak
göndermelerini istiyordu.
Avrupa’dan gelen Osmanlı hisse senedi sahiplerinin
temsilcileri ile Osmanlı Devleti bürokratlarından oluşan bir komisyon kuruldu.
Bu komisyon, Osmanlı dış borçlarının ödeme şekillerini ve bu hususla ilgili
konuları görüşmeye yetkili kılındı. Devleti temsil eden komisyon üyeleri
dönemin üst düzey bürokratlarından oluşmaktaydı.
Yapılan görüşmeler sonucu anlaşıldı ve bir kararname şekline
getirildi. Kararname, 20 Aralık 1881’de Padişah tarafından İrade-i Seniyye olarak yayınlanarak resmi bir
nitelik kazanmış oldu. İrade-i Seniyye’nin yayın tarihi Hicri 28 Muharrem 1299
tarihine rastladığından bu kararnameye Muharrem Kararnamesi denilmektedir.
Yukarıdaki tespit edilen borcun yönetimi için bir kurum
oluşturulmuştu. Bu kuruma Duyun-ı Umumiye İdaresi denilmiştir.
Duyun-ı Umumiye İdaresi, IMF’nin görevlerine benzer bir
görev üstlenecekti.
Muharrem Kararnamesi ile kurulan Duyun-ı Umumiye
İdaresi’nin, dış baskılı ve uluslararası yaptırımı olan bir yönetim olup
olmadığı üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Bir taraftan Muharrem Kararnamesi’nin Osmanlı kamu hukukuna
ait olduğu belirtilirken, diğer taraftan da tek taraflı bir kararname olmadığı
belirtilmektedir.
Fakat kararnamenin uygulanışı ve kurulan örgütün Duyun-ı
Umumiye İdaresi yapısına bakıldığında uluslararası bir statüye sahip olduğu
apaçık görülmektedir. İdare’nin çalışma şartları, yetki ve görevleri Muharrem
Kararnamesi’nde belirtilmişti.
Muharrem Kararnamesi ile bir güven ortamı oluşturmuştur.
Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı İdare Meclisi
idi. Bu meclis, Avrupalı tahvil sahipleri temsilcileri, Osmanlı Devleti
içindeki tahvil sahipleri ve Osmanlı Bankası temsilcilerinden oluşmuştu.
Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5 i Avrupalı tahvil
sahibi temsilcisi l i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi l i de iç borçlar
temsilcisiydi.
Bu temsilcilerin seçiminin nasıl ve hangi şartlarda
yapılacağı Muharrem Kararnamesi’nin
belirtilmişti.
Meclis üyelerinin maaşlarını Duyun-u Umumiye İdaresi
karşılayacaktı. İdare meclisinin başkanlığım beşer yıllığına İngiliz ve Fransız
temsilciler yapacaktı. İlk başkanlık görevi İngiliz temsilcisi tarafından
yürütülmüştür.
Duyun-ı Umumiye İdaresi, 1882 yılı mart ayından itibaren
çalışmaya başladı.
Duyun-ı Umumiye İdaresi, kaçakçılığın takibini kendisi
yapmak istiyordu. Hükümet ise buna izin vermiyordu. Israrcı tutum sonucunda
İdareye verilmişti. Ancak İdare, kaçakçılık işini takip için görevlendireceği
kolcuları Osmanlı vatandaşından seçmek mecburiyetindeydi. Kolcular genellikle
sınır boylarında tuz ve tütün kaçakçılığına karşı mücadele etmekteydiler. Bu
yüzden İdare, Osmanlı Hükümetinden kolcular için silah taşıma ruhsatı istedi.
Hükümet ise bu isteği önü alınmaz bir silahlanma hareketi olarak algılıyordu.
İdarenin kolcularına silah taşıma ruhsatını da vermek zorunda kalmıştır.
İdare’nin yabancılardan tercih etmiş olduğu yönetici
personel maaşları oldukça iyi durumdaydı.
Duyun-ı Umumiye İdaresi, gelir gider ve bütün hesaplarını
gösteren defter-i kebir denilen ve esas defter diye de anılan bir defter
tutmuştur.
İdarenin çalışmalarının büyük bir kısmı vergi toplamaktan
oluşmaktaydı.
İdare ile hükümet arasındaki ilişkiler Muharrem
Kararnamesi’nde belirtilmişti.
Kuruluş itibariyle çok uluslu olan İdare, kendi içinde de
çeşitli problemler yaşamaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na resmen girmesi
ile devletin herhangi bir zorlaması olmamasına rağmen İdare’nin İngiliz ve
Fransız üyeleri İstanbul’dan ayrılmışlardı. İtalya’nın savaşa girmesine kadar
İdare Meclisi 5 üye ile İtalya savaşa girip İtalyan üyenin ayrılmasıyla arası
Alman, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Osmanlı Bankası temsilcileri olmak
üzere 4 üye ile İdare Meclisi çalışmalarına devam etmiştir. Bu dönem içinde
İdare’nin başkanlığını kararname gereği en yaşlı üye olan Türk tahvil sahipleri
temsilcisi Hüseyin Cahit Bey tarafından yürütülmüştü.
İdare’nin savaş sırasında Osmanlı Devleti’ne malî yardımı,
İngiliz, Fransız ve Osmanlı Bankası temsilcileri tarafından şiddetle karşı
çıkıldıysa da engellenemedi. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde İdare’den aldığı
paralara o dönemde Duyun-ı Umumiye Paraları denilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı bitiminde İdare’nin yapılanmasında
değişiklikler olmuştu. Savaşta yenilen ülkelerin tahvil sahiplerinin İdaredeki
temsil haklar sona ermişti. Böylece Versay Anlaşması'nın Alman tahvil
sahiplerinin, Saint-Jerman Anlaşması’nın ile Avusturya- Macaristan tahvil
sahiplerinin Duyun-ı Umumiye İdaresi’ndeki temsilciliklerine resmen son
verilmişti.
Osmanlı tahvil sahipleri temsilcisi de Sevr Anlaşması'na
gereği İdaredeki temsilcik hakkını kaybetmiş oluyordu. Böylece İdare Meclisi
tamamen İtilaf Devletleri tahvil sahipleri ve Osmanlı Bankası temsilcisi elinde
kalmıştı.
Artık savaşın galibi olan devletler, Duyun-ı Umumiye İdaresi
aracılığıyla Osmanlı Devleti üzerindeki emperyalist isteklerini gerçekleştirme
imkânı elde etmiş oluyordu.
1920 yılma gelindiğinde
Ankara Hükümeti, Duyun-ı Umumiye İdaresine bir tebliğ göndererek bundan
böyle vergi koyma ve alma hakkının BMM’ne ait olacağını, İdarenin İstanbul
Hükümeti ile daha önceden yapılan anlaşmaların BMM’ce tanınmayacağı
bildirilmişti. Bunun üzerine Ankara da bir Duyun-ı Umumiye Müdürlüğü kurularak
memurlar bu müdürlüğe bağlanmış ve İdarenin kontrolü altındaki gelir kaynakları
da Milli Hükümete geçmişti.
Milli Mücadele’nin başarı ile sonuçlanması üzerine Lozan
Konferansı’nda Osmanlı borçları ve İdare gündeme gelmişti. Konferansta
İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri Duyun-ı Umumiye Meclisi Muharrem
Kararnamesi ile tayin edilmiş ve ilgili devletlere tebliğ olunmuş bir
müessesedir. Bu suretle İdarenin hukuki vaziyeti ilgili devletlerin kefaleti
altındadır tezini savunuyorlardı.
Bu tez, diğer taraf olan Osmanlı Devleti’nin hukuki sürecini
tamamladığı için mesnetsiz kalmış ve Türk Hükümeti alacaklılar ile kendileri
muhatap olup Osmanlı Devleti’nden kendi hisselerine düşen kısmını ödemeyi
taahhüt etmişlerdi.
Lozan Anlaşması’nın Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni ilgilendiren
kararlarından biri de anlaşma uyarınca 1928 yılında kurulacak olan Paris
Komisyonu idi . Komisyon, Lozan Anlaşması uyarınca çeşitli devletlere
paylaştırılan Osmanlı devleti borçlarını paylaşan ülkelerden tahsil etmekle
görevliydi.
Paris Komisyonu’nun yapılanması için bir anlaşma yapıldı. Bu
anlaşma; Türkiye, Duyun-ı Umumiye Meclisi, İkramiyeli ve birleştirilmiş borçlar
dışındaki Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere, İtalya ve İsviçre'deki Osmanlı
tahvil sahipleri temsilcileri arasında yapılmıştı. Türk Hükümeti adına
Türkiye’nin Paris elçisi Fethi Bey’in imzaladığı bu anlaşma, TBMM tarafından
1.12.1928 de tasdik edilmiş 15.05.1929 tarihinden itibaren uygulanmıştı.
Duyun-u Umumiye’nin Olumlu Sayılabilecek Yönleri
Adeta bir Devlet dairesi gibi faaliyet göstermiş olan
Duyun-u Umumiye idaresinin müzakereler sonucu: Borç anapara ve faizlerinde
başlangıçta çok önemli miktarda bir indirim (252,1 milyon lira borcun, 110,6
lirası indirilerek, 141,5 milyon
lira da mutabakat sağlanmıştır) yapılmasının kabulüne yol açtığı, Borçların
konsolidasyonu yolu ile ve düzenli borç ödemeleri ile Hükümetin itibarına
olumlu katkıda bulunduğu,
Kendisinden önceki yıllara göre borçlanmayı (% 5-6 yerine
%3-4 gibi) daha düşük oranlarda faizlerle ve (% 60 yerine % 80-90 gibi) daha
yüksek ihraç fiyatları ile gerçekleştirdiği,
Kapsamındaki gelirleri iyi örgütlenmiş yapısı ve şubelere
ayrılmış geniş kadrosu ile etkili, verimli ve hatta dürüst yönettiği,
Yabancı demiryolları ile kurduğu işbirliğinin Türk
köylüsünün yararına sonuçlar verdiği,
Düzeyli yönetim ve ehliyetli memur yetiştirme ve
çalıştırılmasında iyi örnekler oluşturduğu,
Hatta bu idarenin yabancı bir mali denetim örneği olmadığı,
gayrı resmi bir oluşum olduğu,
Borç verenler açısından en önemli husus şudur; alacaklılar
alacaklarını emin, sağlam ve tahsili kolay müemmen (güvenceli) karşılıklara
bağlayabilmişlerdir.
Bununla birlikte, bütün bu argümanlar, bağımsızlığı önemli
ölçüde zedelenmiş ve zamanla kalmamış Osmanlı Maliyesinin ne kadar dağınık,
düzensiz, güvenirliği zayıf ve eksikliklerle malûl olduğunun ve mali işleri
yönetemediğinin kanıtından başka bir anlam taşımamaktadır.
Duyun-u Umumiye’ nin Olumsuz Yönleri
Osmanlı Maliyesi „Muharrem Kararnamesi‟ ile Duyun-u Umumiye İdaresinin (Devlet Borçları İdaresi) denetimine girmiş,
Devlet maliyesi içerisinde ayırıcı ve özel bir yönetimin doğması kabul edilmiş ve ülke bir bakıma
“devlet içinde devlet‟
yapılanması suretiyle adeta yarı sömürge haline
getirilmiştir.
Ayrıca, Avrupalı bankalarla işlem yapılması zorunluluğu
getirilmesi ve gümrük tarifeleri üzerinde düzenleme yetkisinin
sınırlandırılması (yani, kapitülasyonlar) sonucu, Osmanlı İmparatorluğunun
kendi kaynaklarını serbestçe tahsis edebilmesi (bütçe hakkını kullanabilmesi),
görülmektedir ki, çok açık bir biçimde kısıtlanmıştır.
Duyun-u Umumiye İdaresi yönetim kurulu üyelerinin aynı
zamanda Osmanlı İmparatorluğu’ nda iş yapan belli başlı yabancı demiryolu
şirketlerinde de yönetim kurulu üyesi olmaları, bu idarenin çapraz bir
ilişkiler ağı içinde olmasına ve bu suretle emperyalist çıkarların baskı aracı
olma işlevini artırmasına yol açmıştır. Bu çarpık yapının gözlemlenen bir çok
karar ve olaylarda ve işlemlerde büyük çıkar ilişkilerine ve son derece taraflı
bir yönetim anlayışına yol açtığını görüyoruz .
Demiryolları, limanlar, sigorta şirketleri, maden
işletmeleri ve telefon, posta ve elektrik servislerinde çalışan yetkili
memurları vasıtası ile yabancı ülkeler için her türlü bilgi ve istihbarata da
ulaşabilen bu İdareyi tarihçiler ikinci bir Maliye Bakanlığı olarak dünyada
benzeri az görülebilecek bir uygulama biçiminde nitelendirmektedirler.
Osmanlı Devleti‟nin
ekonomik ve mali kaynaklarını geniş ölçüde denetim altına alan İdare, gerek
gördüğünde haciz yoluyla tahsilat yapabiliyordu. Zira, bağımsız devlet olmanın
belki de en önemli unsuru olan vergileme hakkı Devletin elinden alınmıştı.(
oransal alınan) gümrük resmi nispetinin, Osmanlı Hükümetinin talebi üzerine, %
8‟den % 11‟e çıkarılmasına rıza gösteren batılı (Fransa, Almanya, Avusturya, İngiltere, İtalya
ve Rusya gibi) büyük güçler, bu suretle sağlanacak
hasılatın % 25‟inin Duyun-u Umumiye İdaresine verilmesini, kalan kısmının
da üç Rumeli İlinin (Selanik, Manastır ve Kosova) reform projelerinde
kullanılmasını Osmanlı Hükümetine adeta dikte ettirmişler, böylece, belli
gelirlerin tahsisi dışında, tüm ülkeye yaygın bir gelirin bile kullanımını
koşula bağlayarak, Osmanlı Devleti’nin mali egemenliğinin ve dolayısıyla siyasi
bağımsızlığının kalmadığının açık bir kanıtını göstermişlerdir.
Duyun-u Umumiye İdaresi batılı zengin ülkelerin Osmanlı
Devletinde yaptıkları yüksek kazançlı yatırımların ve verdikleri ağır koşullu
borçların onlar bakımından bir bakıma en büyük güvencesi olma yanında,
kapitülasyonların da daha etkili ve daha garantili bir devamı gibi idi.
Bir çarpıcı ama kabul edilemez durum da şudur. 1903 tarihli
Kararname ile faiz oranını artırarak alacaklılara daha yüksek gelir
sağlanmasını temin için kaynağı Osmanlı vergi gelirleri olan bir Yedek Fon
oluşturulması öngörülmüş, idare bu Fonda biriken gelirleri, Osmanlı Devletinin
talebini reddettiği halde, Osmanlı Devletinin dışında bu ülkeden) tahvil alabilme
cüretinde bulunmuştur.
Çok dikkate değerdir ki, örneğin, 1912 yılında Osmanlı Maliye İdaresinde çalışan personel sayısı 5.472 olduğu halde, Duyun-u Umumiye İdaresinde, 5.653‟ü devamlı, 3.253‟ü geçici olmak üzere, toplam 8.931 kişi çalışmakta idi. Sömürgeci bir yaklaşımla, merkezdeki üst yönetim ve denetim işlevlerinin yabancı kökenli memurlarla, taşra servis hizmetlerinin ise yerli memurlarla yürütüldüğü maliye hizmetlerinin en az üçte ikilik kısmı borç idaresinin görev ve yetkisi içine girmişti. İdarenin memurlarına düzenli bir biçimde ödenen tatminkar aylık ve ücretler yanında, Osmanlı maliye memurlarının düzensiz biçimde ödenebilen gelir düzeyleri üstelik de çok geride bulunuyordu.
Netice itibariyle Duyun-u Umumiye nedir? Duyun-u Umumiye kararları nelerdir? Osmanlı devletinin Duyun-u Umumiye kurumu kurulmadan önceki durumu nasıldı gibi sorulara cevap bulmaya çalıştık.
Kaynak: Dr. Biltekin ÖZEMİR, Osmanlı Borçları, Ankara, Ankara Ticaret Odası Yayını, Eylül 2009