Duyun-u Umumiye Nedir? Tarihsel Arka Planı ve Sonuçları

Kısaca Duyun-u Umumiye’ye ‘Osmanlı devleti’nin 1881 ile 1939  yılları arasında dış borçlarını takip eden ve bunu organize eden kuruma Duyunu Umumiye denir. Peki Duyun-u Umumiye kurulmadan önce yani Osmanlı devletini  borçlanmaya iten sebepler nelerdi? Duyun-u Umumiye kurulma süreci ve Duyun-u Umumiye kurulduktan sonra bunun Osmanlı'ya olumlu ve olumsuz zararları neler olmuştur.  
İçindekiler

Duyun-u Umumiye Nedir?

Duyun-u Umumi'ye Giden Süreç ve Duyun-u Umumiye'nin Kuruluşu

Osmanlı Devleti, klasik çağında geniş toprakları elde etmesinin yanında buna paralel olarak İktisadî alanda da Avrupalı çağdaşları üzerinde hâkimiyet kurmanın yollarını aradı.

Bunun için 16. yüzyılda Venedik ve Cenevizlilerle, 17. yüzyılda da Fransa, İngiltere ve Hollanda ile başlayıp diğer Avrupa ülkeleri ile devam eden çeşitli imtiyazları kapsayan kapitülasyon anlaşmaları imzalamıştır.

Avrupalı tüccarlar, zamanla dünya ticaretinde önemli yeni yollar tespit edip, yeni kıtalardan ekonomiye değerli madenlerle canlılık ve farklılık getirdiler. Bu yeni durum, zenginlik alanlarının ve coğrafyasının değişmesine yol açtı.

Avrupalı devletler, bir taraftan Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan çıkarmaya çalışırken diğer yandan da Sanayi İnkılâbı ile buharlı makineleri üretime sokmuşlardı. Böylece, Avrupa’da üretim fazlası olan emtina Avrupa dışına satılmaya başladı.

Osmanlı toprakları ve Mısır Avrupa'nın bu yeni sanayi mamulleri için hazır ve doyurucu bir pazar oldu. Her ne kadar Osmanlı el sanayisi Avrupa'nın buharlı makine sanayisine rekabet etmeye çalıştı ise de başarılı olamadı. Bu süreç, Osmanlı topraklarını Avrupa sanayisi için hammadde ve pazar olma yoluna sürükledi.

18.yüzyıla gelindiğinde askeri ve ticari rekabette Avrupa ile yarışı kaybetme sürecine giren Osmanlı Devleti, mali düzeni sağlamak için vergi toplama sisteminde bazı değişikliklere gitti. Devletin vergi gelirlerini artırmak için yeni tedbirler aldı. Kısmî başarılar elde edildi ise de kalıcı tedbirler bulunamadı.

Bu dönemde devletin dış ticareti, kapitülasyonlarla sağlanan kolaylıklardan fazlası ile yararlanan yabancı uyruklu tüccarların elinde idi. Müste’min denilen Avrupalı tüccarların sahip olduğu ticarî kolaylıklar zamanla genişletilmiş ve derinleştirilmiştir

Devlet, kendi uyruğundaki tüccarları korumak ve hazinenin vergi kaybını önlemek amacıyla Avrupa ve Hayriye Tüccarları diye yeni bir sınıf oluşturmuştur.

Avrupa devletlerine tanınan ticarî kolaylıklardaki denge Osmanlı Devleti aleyhine bozulmuştu.

Demiryolu, gaz ve vapur Avrupalı şirketlerinin işletmesi altındaydı, bu yatırımlarından dolayı zengin oldular. Bu süreç onları para ihracına sevk etti. Önceleri bankerlik ve bankacılıkla, takip eden dönemlerde borçlanma ile servetlerine servet katmışlardır.

Osmanlı Devleti, bütçe açıklarını kapatmak için kısa vadeli olmak üzere Galata bankerlerinden zaman zaman borç alıp ödemekteydi.

Devlet hazinesi, Kırım Savaşı sırasında 1854 yılında ilk defa düzenli olmak üzere Londra piyasasından 5 milyon sterlin borç aldı.

1852 yılında dönemin Maliye Nazırı, Meclis-i Mahsus-ı Vükela da hazinenin maaşları verecek durumunun olmadığını belirtmişti.

Bunun üzerine Maliye hazinesinin durumunu incelemek üzere bir komisyon belirlendi. Bu komisyonun yaptığı incelemeler sonucunda devletin giderlerinin gelirlerinin epey üzerinde olduğu tespit edildi.

İlk defa devlet hazinesi için erise ifadesi kullanıldı. Bu kelimenin karşılığı Türkçe de olmadığından buhran kelimesi kabul edilmiştir.

Bu borçlanmanın temel iktisadi sebebi; Osmanlı Hükümeti’nin İstanbul Bankasından almış olduğu kredileri kapatmak içindi. Şöyle ki; İstanbul Bankası, Osmanlı Hükümeti’nin dış ticareti için sermaye sağlıyordu. Bu sermayenin temini için İstanbul Bankası, Avrupa Bankerlerine borçlanmıştı. Banka bu borcuna karşılık, Osmanlı Devleti’ni borçlandırıp bu borç tahvillerini Avrupa’daki (İngiltere ve Fransa) bankerlere verecekti.

1854 Kırım Savaşı Osmanlı mâliyesine indirilen son darbe oldu. Kırım Savaşı’nın getirdiği yeni harcamalar ve nakit paraya duyulan aşırı ihtiyaç Avrupa’dan borç almaya zorluyordu.

Nihayet, 1854 kredisi olarak bilinen ve gerçekleştirilen İngiltere ve Fransa’nın aracılığı ve garantisi ile alınan dış kredi aslında, bu günkü IMF ve Dünya Bankası kredilerinin ilk modeliydi.

1854 yılına kadar Osmanlı mâliyesi dış borçlanmaya dirense de, Kırım Savaşı bu direnci kırmıştı. 1854 yılındaki ilk dış borçlanmadan sonra, Osmanlı Devleti borç almaya artık alışmıştı.

Öyle ki, alınan borçların faizleri bile bir yıl sonra başka bir borçlanma ile ödenir hale gelecekti.

Alınan borçların nerelere harcandığı konusunda Osmanlı hükümeti her zaman özgür değildi. 1860 Mires borçlanması sırasında dönemin Sadrazamı Fuat Paşa, Adapazarı’nda yetişen patatesi İstanbul’a getirebilmek için yapılacak yol için borç para istemesine karşı Avrupalı sermaye sahipleri, Şimdi size sadece silah almanız için para lazım, onu veririz. Tabii silahları kimden alacağınızı da biz tayin edeceğiz diyorlardı.

Osmanlı Devleti’nin borçlanma süreci, Duyun-ı Umumiye İdaresi öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılabilir. İdare’nin kuruluşundan sonra öncesi olan birinci döneminde toplam 16 kez borçlanma anlaşması yapılmıştır.

Bu sürede 222.066.610 sterlin karşılığı 244.273.272 lira değerinde borçlanılmıştır. Bu dönemdeki borçlanmanın ortalama faiz oranı % 6 civarındadır. İdare’nin kuruluşu sonraki dönemde ise 26 defa borçlanma anlaşması imzalanmış 163.030.000 sterlin karşılığı 179.333.000 lira borçlanılmıştır. Bu dönem faiz oranı ortalaması ise % 4 dür.

İkinci dönem (1886-1914) alınan dış borçlar, birinci dönem dış borçlardan daha elverişli şartlarda alınmış ve daha iyi yerlere harcanmıştır. Özellikle eski borçların ödenmesi ikinci dönemde olmuştur. İkinci dönemdeki borçlanmanın en hareketli olduğu seneler II. Abdülhamid’in saltanat yıllarıydı. Bu dönemde daha iyi şartlarda  borç bulunabilmesinin sebebi Duyun-ı Umumiye İdaresi’dir. Şöyle ki, Avrupa finans çevresi Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni kendisi için adeta bir sigorta kabul etmiş ve Osmanlı Devletine borç vermekten kaçınmamıştır.

Ayrıca Duyun-ı Umumiye İdaresi, Avrupa sermaye sahiplerinin alacaklarını günü gününe ödediği için Osmanlı Devleti daha iyi şartlarda borç bulabilmiştir. Çünkü ikinci dönem borçlanmaları bu idare tarafından yapılmıştır.

II. Abdülhamid, bütçeyi dengelemek için borç almaktan başka şeyler de planlamıştı. Amacı devletin vergi veren tabanını genişletmek için ekonomik gelişmeyi özendirmekti.

Osmanlı Devleti 1854 yılında başlayan borçlanma batağı sürecine 1875 yılma kadar dayanabildi.

İç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale gelince dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde, hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik yapıldığı belirtiliyordu.

Hükümet, 1876 Mart ayında bütün ödemeleri durdurdu. Bununla birlikte aynı dönemlerde sekiz Latin Amerika ülkelerinden borçların yeni şartlar altında yenilenmesine gidildi.

Osmanlı hükümetinin ödemelere ara verme kararı tek yanlı alınmış bir karardı. Alacaklılara kararın alınması aşamasında herhangi bir şey sorulmamıştı.

Bu kararın alınmasıyla Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti üzerinde çeşitli siyasi baskılar kurarak alacaklarını tahsil etme yollarını aramaya koyuldular. Sonunda 30 Ekim 1875 günü hükümet borçlarım ödemek için bir kararname yayınladı. Kararname Ramazan ayında yayınlandığı için bu kararnameye Ramazan Kararnamesi denilmektedir. Bu kararname, alacaklıları rahatlatan bir ödeme sistemi ve miktarı belirtmekteydi.

Dış borçlarını ödeyemeyen Osmanlı hükümeti, borçlar konusunun 1878 Berlin Anlaşması gündemine girdi. Berlin Kongresi’nde Osmanlı borçlarının bir kısmı Bulgaristan’a, paylaştırıldı. Fakat bu ülkeler paylaştırılan miktarlara razı olmamışlardı. Ayrıca savaş sonu Osmanlı Devleti, Rusya’ya savaş tazminatı borçlandı.

Berlin Anlaşması’nda Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemesi için uluslararası mali bir komitenin kurulması tavsiye edilmişti.

Bu tavsiye kararı, Osmanlı Devleti açısından iç işlerine karışmaktı. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti, Galata Bankerleri ve Osmanlı Bankası ile aralarında ortaklaşa bir çalışma yaptılar. Varılan anlaşmaya göre devletin gelirlerinin tespiti ve iç borçların düzenli olarak ödenmesi amaçlanıyordu. Hükümet ile Osmanlı Bankası ve Galata Bankerleri arasında 22 Kasım 1879 günü bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1879 Kararnamesi diye anılmaktadır.

Osmanlı Bankası’nın ve Galata Bankerlerinin adı geçen gelirleri toplayıp işletmek ve kararnamede belirtilen iç borçları ödemek amacıyla kurmuş oldukları yönetime Rusum-ı Sitte İdaresi adı verilmiştir.

Avrupalı alacaklılar, 1879 Kararnamesine ve Kararname uyarınca kurulan Rusum-ı Sitte İdaresi’ne çok sert tepkiler gösterdiler.

Osmanlı Hükümeti, 3 Ekim 1880 günü bir genelge yayınlayarak alacaklıların kendilerinin seçtikleri birer üyeyi İstanbul’a temsilci olarak göndermelerini istiyordu.

Avrupa’dan gelen Osmanlı hisse senedi sahiplerinin temsilcileri ile Osmanlı Devleti bürokratlarından oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, Osmanlı dış borçlarının ödeme şekillerini ve bu hususla ilgili konuları görüşmeye yetkili kılındı. Devleti temsil eden komisyon üyeleri dönemin üst düzey bürokratlarından oluşmaktaydı.

Yapılan görüşmeler sonucu anlaşıldı ve bir kararname şekline getirildi. Kararname, 20 Aralık 1881’de Padişah tarafından  İrade-i Seniyye olarak yayınlanarak resmi bir nitelik kazanmış oldu. İrade-i Seniyye’nin yayın tarihi Hicri 28 Muharrem 1299 tarihine rastladığından bu kararnameye Muharrem Kararnamesi denilmektedir.

Yukarıdaki tespit edilen borcun yönetimi için bir kurum oluşturulmuştu. Bu kuruma Duyun-ı Umumiye İdaresi denilmiştir.

Duyun-ı Umumiye İdaresi, IMF’nin görevlerine benzer bir görev üstlenecekti.

Muharrem Kararnamesi ile kurulan Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin, dış baskılı ve uluslararası yaptırımı olan bir yönetim olup olmadığı üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.

Bir taraftan Muharrem Kararnamesi’nin Osmanlı kamu hukukuna ait olduğu belirtilirken, diğer taraftan da tek taraflı bir kararname olmadığı belirtilmektedir.

Fakat kararnamenin uygulanışı ve kurulan örgütün Duyun-ı Umumiye İdaresi yapısına bakıldığında uluslararası bir statüye sahip olduğu apaçık görülmektedir. İdare’nin çalışma şartları, yetki ve görevleri Muharrem Kararnamesi’nde belirtilmişti.

Muharrem Kararnamesi ile bir güven ortamı oluşturmuştur.

Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı İdare Meclisi idi. Bu meclis, Avrupalı tahvil sahipleri temsilcileri, Osmanlı Devleti içindeki tahvil sahipleri ve Osmanlı Bankası temsilcilerinden oluşmuştu.

Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5 i Avrupalı tahvil sahibi temsilcisi l i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi l i de iç borçlar temsilcisiydi.

Bu temsilcilerin seçiminin nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı Muharrem Kararnamesi’nin  belirtilmişti.

Meclis üyelerinin maaşlarını Duyun-u Umumiye İdaresi karşılayacaktı. İdare meclisinin başkanlığım beşer yıllığına İngiliz ve Fransız temsilciler yapacaktı. İlk başkanlık görevi İngiliz temsilcisi tarafından yürütülmüştür.

Duyun-ı Umumiye İdaresi, 1882 yılı mart ayından itibaren çalışmaya başladı.

Duyun-ı Umumiye İdaresi, kaçakçılığın takibini kendisi yapmak istiyordu. Hükümet ise buna izin vermiyordu. Israrcı tutum sonucunda İdareye verilmişti. Ancak İdare, kaçakçılık işini takip için görevlendireceği kolcuları Osmanlı vatandaşından seçmek mecburiyetindeydi. Kolcular genellikle sınır boylarında tuz ve tütün kaçakçılığına karşı mücadele etmekteydiler. Bu yüzden İdare, Osmanlı Hükümetinden kolcular için silah taşıma ruhsatı istedi. Hükümet ise bu isteği önü alınmaz bir silahlanma hareketi olarak algılıyordu. İdarenin kolcularına silah taşıma ruhsatını da vermek zorunda kalmıştır.

İdare’nin yabancılardan tercih etmiş olduğu yönetici personel maaşları oldukça iyi durumdaydı.

Duyun-ı Umumiye İdaresi, gelir gider ve bütün hesaplarını gösteren defter-i kebir denilen ve esas defter diye de anılan bir defter tutmuştur.

İdarenin çalışmalarının büyük bir kısmı vergi toplamaktan oluşmaktaydı.

İdare ile hükümet arasındaki ilişkiler Muharrem Kararnamesi’nde belirtilmişti.

Kuruluş itibariyle çok uluslu olan İdare, kendi içinde de çeşitli problemler yaşamaktaydı.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na resmen girmesi ile devletin herhangi bir zorlaması olmamasına rağmen İdare’nin İngiliz ve Fransız üyeleri İstanbul’dan ayrılmışlardı. İtalya’nın savaşa girmesine kadar İdare Meclisi 5 üye ile İtalya savaşa girip İtalyan üyenin ayrılmasıyla arası Alman, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Osmanlı Bankası temsilcileri olmak üzere 4 üye ile İdare Meclisi çalışmalarına devam etmiştir. Bu dönem içinde İdare’nin başkanlığını kararname gereği en yaşlı üye olan Türk tahvil sahipleri temsilcisi Hüseyin Cahit Bey tarafından yürütülmüştü.

İdare’nin savaş sırasında Osmanlı Devleti’ne malî yardımı, İngiliz, Fransız ve Osmanlı Bankası temsilcileri tarafından şiddetle karşı çıkıldıysa da engellenemedi. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde İdare’den aldığı paralara o dönemde Duyun-ı Umumiye Paraları denilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı bitiminde İdare’nin yapılanmasında değişiklikler olmuştu. Savaşta yenilen ülkelerin tahvil sahiplerinin İdaredeki temsil haklar sona ermişti. Böylece Versay Anlaşması'nın Alman tahvil sahiplerinin, Saint-Jerman Anlaşması’nın ile Avusturya- Macaristan tahvil sahiplerinin Duyun-ı Umumiye İdaresi’ndeki temsilciliklerine resmen son verilmişti.

Osmanlı tahvil sahipleri temsilcisi de Sevr Anlaşması'na gereği İdaredeki temsilcik hakkını kaybetmiş oluyordu. Böylece İdare Meclisi tamamen İtilaf Devletleri tahvil sahipleri ve Osmanlı Bankası temsilcisi elinde kalmıştı.

Artık savaşın galibi olan devletler, Duyun-ı Umumiye İdaresi aracılığıyla Osmanlı Devleti üzerindeki emperyalist isteklerini gerçekleştirme imkânı elde etmiş oluyordu.

1920 yılma gelindiğinde  Ankara Hükümeti, Duyun-ı Umumiye İdaresine bir tebliğ göndererek bundan böyle vergi koyma ve alma hakkının BMM’ne ait olacağını, İdarenin İstanbul Hükümeti ile daha önceden yapılan anlaşmaların BMM’ce tanınmayacağı bildirilmişti. Bunun üzerine Ankara da bir Duyun-ı Umumiye Müdürlüğü kurularak memurlar bu müdürlüğe bağlanmış ve İdarenin kontrolü altındaki gelir kaynakları da Milli Hükümete geçmişti.

Milli Mücadele’nin başarı ile sonuçlanması üzerine Lozan Konferansı’nda Osmanlı borçları ve İdare gündeme gelmişti. Konferansta İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleri Duyun-ı Umumiye Meclisi Muharrem Kararnamesi ile tayin edilmiş ve ilgili devletlere tebliğ olunmuş bir müessesedir. Bu suretle İdarenin hukuki vaziyeti ilgili devletlerin kefaleti altındadır tezini savunuyorlardı.

Bu tez, diğer taraf olan Osmanlı Devleti’nin hukuki sürecini tamamladığı için mesnetsiz kalmış ve Türk Hükümeti alacaklılar ile kendileri muhatap olup Osmanlı Devleti’nden kendi hisselerine düşen kısmını ödemeyi taahhüt etmişlerdi.

Lozan Anlaşması’nın Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni ilgilendiren kararlarından biri de anlaşma uyarınca 1928 yılında kurulacak olan Paris Komisyonu idi . Komisyon, Lozan Anlaşması uyarınca çeşitli devletlere paylaştırılan Osmanlı devleti borçlarını paylaşan ülkelerden tahsil etmekle görevliydi.

Paris Komisyonu’nun yapılanması için bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma; Türkiye, Duyun-ı Umumiye Meclisi, İkramiyeli ve birleştirilmiş borçlar dışındaki Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere, İtalya ve İsviçre'deki Osmanlı tahvil sahipleri temsilcileri arasında yapılmıştı. Türk Hükümeti adına Türkiye’nin Paris elçisi Fethi Bey’in imzaladığı bu anlaşma, TBMM tarafından 1.12.1928 de tasdik edilmiş 15.05.1929 tarihinden itibaren uygulanmıştı.

Duyun-u Umumiye’nin Olumlu Sayılabilecek Yönleri

Adeta bir Devlet dairesi gibi faaliyet göstermiş olan Duyun-u Umumiye idaresinin müzakereler sonucu: Borç anapara ve faizlerinde başlangıçta çok önemli miktarda bir indirim (252,1 milyon lira borcun, 110,6 lirası indirilerek, 141,5 milyon lira da mutabakat sağlanmıştır) yapılmasının kabulüne yol açtığı, Borçların konsolidasyonu yolu ile ve düzenli borç ödemeleri ile Hükümetin itibarına olumlu katkıda bulunduğu,

Kendisinden önceki yıllara göre borçlanmayı (% 5-6 yerine %3-4 gibi) daha düşük oranlarda faizlerle ve (% 60 yerine % 80-90 gibi) daha yüksek ihraç fiyatları ile gerçekleştirdiği,

Kapsamındaki gelirleri iyi örgütlenmiş yapısı ve şubelere ayrılmış geniş kadrosu ile etkili, verimli ve hatta dürüst yönettiği,

Yabancı demiryolları ile kurduğu işbirliğinin Türk köylüsünün yararına sonuçlar verdiği,

Düzeyli yönetim ve ehliyetli memur yetiştirme ve çalıştırılmasında iyi örnekler oluşturduğu,

Hatta bu idarenin yabancı bir mali denetim örneği olmadığı, gayrı resmi bir oluşum olduğu,

Borç verenler açısından en önemli husus şudur; alacaklılar alacaklarını emin, sağlam ve tahsili kolay müemmen (güvenceli) karşılıklara bağlayabilmişlerdir.

Bununla birlikte, bütün bu argümanlar, bağımsızlığı önemli ölçüde zedelenmiş ve zamanla kalmamış Osmanlı Maliyesinin ne kadar dağınık, düzensiz, güvenirliği zayıf ve eksikliklerle malûl olduğunun ve mali işleri yönetemediğinin kanıtından başka bir anlam taşımamaktadır.

Duyun-u Umumiye’ nin Olumsuz Yönleri

Osmanlı Maliyesi „Muharrem Kararnamesi ile Duyun-u Umumiye İdaresinin (Devlet Borçları İdaresi) denetimine girmiş, Devlet maliyesi içerisinde ayırıcı ve özel bir yönetimin doğması kabul edilmiş ve ülke bir bakıma “devlet içinde devlet yapılanması suretiyle adeta yarı sömürge haline getirilmiştir.

Ayrıca, Avrupalı bankalarla işlem yapılması zorunluluğu getirilmesi ve gümrük tarifeleri üzerinde düzenleme yetkisinin sınırlandırılması (yani, kapitülasyonlar) sonucu, Osmanlı İmparatorluğunun kendi kaynaklarını serbestçe tahsis edebilmesi (bütçe hakkını kullanabilmesi), görülmektedir ki, çok açık bir biçimde kısıtlanmıştır.

Duyun-u Umumiye İdaresi yönetim kurulu üyelerinin aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’ nda iş yapan belli başlı yabancı demiryolu şirketlerinde de yönetim kurulu üyesi olmaları, bu idarenin çapraz bir ilişkiler ağı içinde olmasına ve bu suretle emperyalist çıkarların baskı aracı olma işlevini artırmasına yol açmıştır. Bu çarpık yapının gözlemlenen bir çok karar ve olaylarda ve işlemlerde büyük çıkar ilişkilerine ve son derece taraflı bir yönetim anlayışına yol açtığını görüyoruz .

Demiryolları, limanlar, sigorta şirketleri, maden işletmeleri ve telefon, posta ve elektrik servislerinde çalışan yetkili memurları vasıtası ile yabancı ülkeler için her türlü bilgi ve istihbarata da ulaşabilen bu İdareyi tarihçiler ikinci bir Maliye Bakanlığı olarak dünyada benzeri az görülebilecek bir uygulama biçiminde nitelendirmektedirler.

Osmanlı Devletinin ekonomik ve mali kaynaklarını geniş ölçüde denetim altına alan İdare, gerek gördüğünde haciz yoluyla tahsilat yapabiliyordu. Zira, bağımsız devlet olmanın belki de en önemli unsuru olan vergileme hakkı Devletin elinden alınmıştı.( oransal alınan) gümrük resmi nispetinin, Osmanlı Hükümetinin talebi üzerine, % 8den % 11e çıkarılmasına rıza gösteren batılı (Fransa, Almanya, Avusturya, İngiltere, İtalya ve Rusya gibi) büyük güçler, bu suretle sağlanacak hasılatın % 25inin Duyun-u Umumiye İdaresine verilmesini, kalan kısmının da üç Rumeli İlinin (Selanik, Manastır ve Kosova) reform projelerinde kullanılmasını Osmanlı Hükümetine adeta dikte ettirmişler, böylece, belli gelirlerin tahsisi dışında, tüm ülkeye yaygın bir gelirin bile kullanımını koşula bağlayarak, Osmanlı Devleti’nin mali egemenliğinin ve dolayısıyla siyasi bağımsızlığının kalmadığının açık bir kanıtını göstermişlerdir.

Duyun-u Umumiye İdaresi batılı zengin ülkelerin Osmanlı Devletinde yaptıkları yüksek kazançlı yatırımların ve verdikleri ağır koşullu borçların onlar bakımından bir bakıma en büyük güvencesi olma yanında, kapitülasyonların da daha etkili ve daha garantili bir devamı gibi idi.

Bir çarpıcı ama kabul edilemez durum da şudur. 1903 tarihli Kararname ile faiz oranını artırarak alacaklılara daha yüksek gelir sağlanmasını temin için kaynağı Osmanlı vergi gelirleri olan bir Yedek Fon oluşturulması öngörülmüş, idare bu Fonda biriken gelirleri, Osmanlı Devletinin talebini reddettiği halde, Osmanlı Devletinin dışında bu ülkeden) tahvil alabilme cüretinde bulunmuştur.

Çok dikkate değerdir ki, örneğin, 1912 yılında Osmanlı Maliye İdaresinde çalışan personel sayısı 5.472 olduğu halde, Duyun-u Umumiye İdaresinde, 5.653ü devamlı, 3.253ü geçici olmak üzere, toplam 8.931 kişi çalışmakta idi.  Sömürgeci bir yaklaşımla, merkezdeki üst yönetim ve denetim işlevlerinin yabancı kökenli memurlarla, taşra servis hizmetlerinin ise yerli memurlarla yürütüldüğü maliye hizmetlerinin en az üçte ikilik kısmı borç idaresinin görev ve yetkisi içine girmişti. İdarenin memurlarına düzenli bir biçimde ödenen tatminkar aylık ve ücretler yanında, Osmanlı maliye memurlarının düzensiz biçimde ödenebilen gelir düzeyleri üstelik de çok geride bulunuyordu.

Netice itibariyle Duyun-u Umumiye nedir? Duyun-u Umumiye kararları nelerdir? Osmanlı devletinin Duyun-u Umumiye kurumu kurulmadan önceki durumu nasıldı gibi sorulara cevap bulmaya çalıştık.

Kaynak: Dr. Biltekin ÖZEMİR, Osmanlı Borçları, Ankara, Ankara Ticaret Odası Yayını, Eylül 2009